Merhaba, 17-18 Eylül tarihlerinde yapılan Uluslararası Avrasya Ekonomileri Sempozyumuna Ekonometri Bölümünden arkadaşım Emre ile yazdığımız ortak bildirinin kabul alması sonrası bize Rusya yolları görünmüştü :) Biz de ayağımıza kadar gelen fırsatı kaçırmayarak kendimize bir haftalık bir plan yaptık. Buna göre 16’sı sabahı St. Petersbug’da olacak şekilde İstanbul’dan hareket edecek ve 22’si akşamı da Moskova üzerinden İstanbul’a dönecektik. Bu plana göre toplamda booking.com’dan 6 gece - 7 günü kapsayacak şekilde iki hostele rezervasyon yaptık ve planımız küçük aksamalara rağmen gerçekleşti. Bu yedi günlük Rusya seyahatimizi mümkün mertebe özetlemeye çalışarak iki yazı halinde yayımlacağım. 15 Eylül’ü 16 Eylül’e bağlayan gece saat 00.15’te Atatürk Havalimanından başlayan ve yaklaşık 3 saat süren St. Petersburg yolculuğumuz sonrası, saat farkının da etkisi ile yerel saat ile 04.30 civarında küçük ve eski bir havalimanı olan Pulkovo Havalimanına indik. Haliyle önceden erken geleceğimizi haber vermiş olsak da o saatte önceden ayarladığımız hostele gidemezdik. Zaten uçakta ve havalimanında düzgün İngilizce konuşamayan personellerle uğraşmak zorunda kaldık. Neyse ki bir şekilde havalimanı çıkışı sonrası bizim gibi sempozyuma gelenlerle birlikte bir otobüsle metro durağına geçtik. Oradan da biz kalacağımız hostele geçtik. Havalimanındaki personelin bile İngilizce sıkıntısı varken hosteldeki görevlinin İngilizce bilmesi beklenemezdi :) ve biz de derdimizi anlatamadık ama en azından bavulları bırakıp Rusya havası solumak için sokaklara çıktık. St. Petersburg (önceki adlarıyla Petrograd veya Leningrad) tarihi olan, muhteşem bir dokuya sahip, barok mimarisin enfes örneklerini görebileceğiniz bir kent. (Ayrıca kent koruma altında tutuluyor. Ör; binanızı kafanıza estiği gibi boyamanız vs. mümkün değil ya da başka bir gösterge olarak Gazprom’un şehre gökdelen yapma isteği reddedilmiş.) Kentin kendisi bir bütün olarak sanat eseri gibi duruyor. Şehri Fransız estetiği ile Alman mühendisliğinin birleşimi olarak nitelendirebilirim. Öte yandan bizim gibi İstanbul kaosunda yaşamaya alışanlar için çok büyük bir şehir değil. Gitmeden öğrendiğimiz ve daha sonra Moskova ile karşılaştırıp onayladığımız kadarıyla St. Petersburg daha batılı bir kent. (Bu önermeyi kendi adıma salt olumlama anlamında kullandığım düşünülmesin.) İnsanların tüketim kalıpları, duruşları vb. birçok unsur size bir Orta Avrupa kentindeymişsiniz havası verebilir. Şehirde Nevsky caddesi diye ünlü bir cadde var ve birçok kritik mekan / müze / park bu caddenin etrafına toplanmış durumda. Ayrıca yine bu caddenin bağlandığı şehrin kuzey kısmında - ada kesiminde de önemli yerler var. Bu açıdan keşfi oldukça kolay bir kent de aynı zamanda. Görülmesi gereken yerler olarak öne çıkan Hermitage Müzesi, Kazan Katedrali, Kanlı Katedral, Peter-Paul Kalesi, Aurora Kruvazörü, Peterhof Sarayı, Askeri Açık Hava Müzesi ve bunların dışında hepsi birbirinden güzel caddeleri, kiliseleri ve daha birçok yeri ile St. Petersburg sanat tutkunları için muhteşem bir kent. Bu yazdığım önemli yerlerin ayrıntılı açıklamasını yapmayacağım. Tek tek anlatmaya kalkarsam her biri için ayrıca yazı gerekir. İlgilenenler için Hz. Google oldukça geniş bilgi sunmakta. :) St. Petersburg, Rusya'nın en büyük kenti olmamasına rağmen, St. Petersburg metrosu yanında İstanbul metrosu çuf-çuf olarak kalıyor. Her metro istasyonu bir kimliğe sahip ve Moskova kadar olmasa da sanat eseri gibiler. Ayrıca şaşırdığımız bir nokta da insanlar metrolarda telefonla konuşabiliyorlardı. Yanlış anlaşılmasın, metro bizdeki gibi arada yerin üzerinden gitmiyor, yerin oldukça altından gidiyor. (Moskova metro ağı ise başlı başına bir mühendislik harikası.) Öte yandan St. Petersburg’da yerel lezzet olarak borç çorbası ve şu an adını unuttuğum bir et yemeğini yiyebilirsiniz. Muhteşem değiller (Adını unuttum oradan anlayın.) ama denenebilir. Nevsky caddesi boyunca ve birçok yerde birçok kafe - restaurantta yemek yiyebilirsiniz ve tabii ki bir şeyler içebilirsiniz. Türkiye gibi içki bazı yerlere özgü bir lüks değil. Biz ilk iş olarak İngilizce şehir haritası bulmaya çalıştık ancak büfelerde vs. bulamadık. Önce Rusça sonra da İngilizce harita – rehber bulmayı başardık. (Başardık diyorum çünkü İngilizce bilmemelerinin yanında doğal olarak turistlere yönelik pazarlama mantığı henüz yerleşmemiş. Beğenmediğimiz Sultanahmet esnafı bu konuda daha çok iş bitirir konumda diyebilirim.) Bu sayede seyahatimiz oldukça verimli geçti. İlk gün, ayın 19’u için Moskova’ya gidiş biletini almaya karar verdik. Tren istasyonunda gişedeki görevli teyzemiz inanılmaz ağır çalışmasına ek olarak iki kelime dahi İngilizce bilmediği için kılı kırk yararak bileti aldık. O arada bir Rus gençle Eurobasket muhabbeti olmak üzere birçok şeyi konuştum ve o genç vasıtasıyla teyzemizle anlaştık ve oldukça pahalı olan St. Petersburg – Moskova hızlı tren biletini cebimize koyduk. (Tren bileti oldukça pahalı. Zaten kent pahalı bir kent. Yanlış hatırlamıyorsam bilet 3700 ruble - yaklaşık 230 TL idi. Yani kur şöyle: 1 TL: 16,2 Ruble - Paralarındaki sıfırlar sizi kandırmasın.) Şehirde geçirdiğimiz üç gün boyunca nereye hangi sırayla gittiğimizi tam olarak hatırlayamıyorum çünkü gerek ulaşımın kolaylığı, gerekse tarihi yerleri gündüz ve gece ayrı ayrı görme isteğimiz nedeniyle birçok yere iki veya üç kere gittik. Yukarıda yazdığım yerlerden Peterhof Sarayı hariç hepsini gördük. (Özellikle Hermitage Müzesi ve Kanlı Katedral'i öncelik sıranızda üstlere yazmanızı tavsiye ederim.) Emre’de olan adım sayacı da ortalama olarak her gün 25.000 civarında adım attığımızı gösterdiğine göre sanırım şehrin altını üstüne getirmişiz diyebilirim :) Ancak kabaca ilk gün şehri genel olarak keşfettiğimizi, ikinci gün sempozyuma katılıp sunum yaptığımızı üçüncü gün de yeniden gezdiğimizi söyleyebilirim. (Evet şu an akademisyenlerin ipliğini pazara çıkartıyorum: İki günlük sempozyumun sadece bir gününe katıldık. Kendimizi kandırmayalım, bu tip sempozyumlarda sunum yapan herkes, açılış hariç sadece kendi sunumunun olduğu oturuma katılır ve en fazla o günkü sunumları dinler. Tabii ki bu önerme herkesi kapsamaz ama genel eğilim bu yöndedir. Bunu bu tip sempozyumların güzel şehirlerde yapılmasından da anlayabilirsiniz. Bu arada sempozyumda sabahleyin açılış oturumunda beni kahvesiz bırakanlara da ayrıca teessüf ederim :p ) Bu müzeleri gezerken her bir müzenin tek başına en azından bir gününüzü alabileceğini unutmayın. Özellikle Hermitage müzesi farklı bölümleriyle bir hafta boyunca bile gezilebilir. Biz de zaman ayarlamamızı ona göre yaptık. Tabii bazı ilginç şeylerle de karşılaştık. Örneğin, müze girişi ile fotoğraf çekmenin ayrı ayrı ücretleri olduğunu öğrendik. Kanlı Katedral’in yanıbaşındaki hediyelik eşya dükkanlarında bir Azeri esnafla karşılaştık ve nispeten ucuza hediye almayı başardık. Bu esnaf arkadaşımız, ürünler için iki fiyat olduğunu, Türklere yarı fiyatına verdiğini, ancak mesela Amerikan bir turist geldiğinde indirim yapmamaya çalıştığını söyledi. Ayrıca bildiğiniz gibi son G-20 zirvesi St. Petersburg’da yapıldı. Bu zirve sonrası hükümetten bazı kişilerin ondan hediyelik eşya aldığını da öğrenmiş olduk. Son olarak kaldığımız hostel, SS Hostel’di. Booking.com kullananlar için tavsiye ederim. Hem ucuz, hem oldukça temiz, hem de şehrin tam merkezinde. Hosteller sizin için uygun değilse hotel fiyatlarının yüksek olduğunu hatırlatmak isterim. St. Petersburg'da geçirdiğimiz üç tam gün sonrası 19'u sabahı saat 06.45'te hızlı trenle Moskova yolculuğuna çıktık. Moskova günleri ve Rusya seyahati için sosyal-bilimci gözüyle kritik gördüğüm notlar ile tavsiyeleri içeren bir sonraki yazıda görüşmek üzere. 23 Eylül 2013
4 Comments
Çoğuna katıldığım bilgilendirci mahiyete bir yazı olmuş. Ancak bir noktada eleştirmeden duramıyacam. O da metro bazında İstanbul ile karşılaştırma yapman. Leningrad ile Moskova metrosunu karşılaştırabilrsin. Paris ve Londra hatta Münih metrosunu da karşılaştırabilrsin. Ancak bunları İstanbul Metrosu ile karşılaştırmak, birinci ligteki bir takımı ikinci hatta üçünü ligteki bir takımla karşılaştırmaya benziyor. Bir de İngilizce bilmeme konusunda nesillerce kapalı bir ülkede yaşayanları ele alıyorsun. Bir alman bir italyan veya bir fransızı ingilizce bilmiyor diye eleştirebilrsin. Muhtemelen de bilmiyorsa bir eksikliktir. Bir on yada yirmi sene zarfıda belirgin bir rus şiveli ingilice bilen kitle mutlaka oluşacaktır. Emeğine sağlık tekrardan. Keşke herkes gittiği yerlerden elde ettiği izlenimleri böyle paylaşabilse.
Reply
Togan
23/9/2013 07:18:36 am
Metrolar arası klasman farkı açık zaten :) Sadece hat değil, metronun çalışma sıklığı da çok farklı.
Reply
erdem
23/9/2013 08:58:11 am
Yarin "detaylari" alirim senden :) hep gormek istediğim şehre benden önce gitmeni kiskanmadim degil ama cok sevindim o ayri ;)
Reply
Togan
23/9/2013 09:09:52 am
ahahaha :D beraber gideriz yine.
Reply
Leave a Reply. |
AuthorMuhtelif notlar... Archives
Kasım 2017
Categories |