Merhaba, ... Uzun bir aradan sonra yeniden bir yazı ile karşınızdayım. Euroleague'de özellikle Efes açısından kabus gibi geçen bir sezon için Türk basketbolu adına bir şeyler yazmadan durayamacağımı anladım ve yine içimdekileri yazıya dökmeye karar verdim :) ... Sportif organizasyonlarda sezon başında gerçekçi olmayan hedefler koymak Türk yöneticilerinin ve özellikle medyanın huyudur. Basketbolda da her Euroleague sezonu başında Türk takımlarından en az biri için final-four hedefi konulur. Çünkü takımlardan en az birinin bütçesi geçen sezonlarda final-four yapan takımların bütçesi seviyesindedir. Bu sene de özellikle Obradovic hamlesi ile FBÜ için final-four hedefi konulmuştu – en azından medya tarafından. İlk gruplarda alınan galibiyetlerle de bu hedef daha güçlü dillendirilmişti. Peki ne oldu da FBÜ ve Efes top-8 yapamadan elendi? (GS muhtemelen top-8 yapacak ama takımın play-offlarda maç kazanabileceğini sanmıyorum. Zira bu sezon hiçbir büyük maçı alamadı GS.) Bu durum benim gibi düşünenler için sürpriz değil. Çünkü Obradovic'in FBÜ'deki ilk sezonuydu ve takımın gerçek bir oyun kurucusu yoktu. Ayrıca en önemlisi takım bir Türk takımıydı (ne demek istediğimi daha iyi anlatmaya çalışacağım). Ama bu sonucu hayretle karşılayanlar için bazı noktları netleştirmek lazım sanırım. Avrupa basketbolunda, 2000’li yıllarla birlikte konulan NBA seviyesine ulaşmak ya da o seviyeye yaklaşmak hedefi ile çeşitli dönüşümler yaşandı. Bu dönüşümlerin başında FİBA – ULEB ayrımının ortadan kaldırılması ve ULEB’in süreçten galip çıkarak 1. Numaralı organizasyonu tek başına yönetmesi ile Avupa basketbolu saygınlığı hızla arttı. Bu çerçevede ULEB, 2001'den itibaren Euroleague tepe organizasyonu çerçevesinde, Avrupa Basketbolunu dönüştürecek birçok uygulamaya geçti. Öncelikle gelişen iletişim araçlarının da etkisi ile basketbolu tüm kıtaya yaymaya başladı. Bu süreçte reklam gelirleri, yeni sponsorluk anlaşmaları ile önce pasta genişletildi. Sonra da oyun anlamında kalite gelişti ve Avrupa takımları da ciddi dönüşümler yaşadı. Avrupalı oyuncular fiziksel dezavantajlarını sistem içerisinde yok etmeyi büyük ölçüde başardı. Artık çok daha fazla Avrupalı oyuncu NBA’de mücadele ediyor ve NBA’de oynayan oyuncular için de Avrupa bir emeklilik yeri olmaktan öte bir çekim merkezi haline geldi. Avrupa takımları hem kulüp hem de milli takım bazında NBA/ABD ile mücadele edebilecek seviyeye geldi ve buna özellikle İspanyol ve Yunan takımları önayak oldular. Bu takımlara zaman zaman İtalyan, Rus ve İsrail takımları da eklenince Türkiye açısından mücadelede daha da zorlu hale geldi. Sürekli "Avrupa'nın en iyi 2. ligi bizim ligimiz!" diyen yöneticiler ve buna taraftarı inandıran medya tüm bu süreci atlaşmış olabilir ama sonuçlar her şeyi apaçık ortaya koyuyor. 2001’den itibaren Türk takımları için karneye baktığımızda, toplamda 1 final-four, 3 kez de play-off var. (top-16 sonrası grup liderlerinin direkt final-four yaptığı dönemde Efes’in kıyıdan döndüğü 3-4 sezon da var.) Bakın toplamda diyorum. Ayrıca play-off’larda yani çeyrek finalde galibiyet alan tek Türk takımı da Efes Pilsen. O zaman sanırım şunu diyebiliriz; bu koşullar altında hiçbir Türk takımı için sezon başında “final-four ya da şampiyonluk” gibi bir söylem gerçekçi değildir. Çünkü, 2000 sonrası, Türk basketbolunun en iyi dönemlerinde bile takımlarımız, Yunan-İspanyol basketbolunun formsuz takımlarıyla bile ancak mücadele edebilmiştir. Aslında adını koyacak olursak Türk basketbolu olarak temel sorunumuz, 90’larda yakaladığımız ivmeyi 2000’lerde sürdürememektir. Bunun nedeni de bu dönüşüme ayak uydurmakta çektiğimiz güçlüklerdir. Artık Aydın Örs dönemindeki gibi basketbol 6-7 kişi ile oynanmıyor - rotasyondaki her oyuncu çok önemli hale geldi. Ayrıca, Euroleague gitgide daha çok guard egemenliğine giriyor biz ise ne Türk guard yetiştirebiliyoruz ne de kaliteli bir guard bulabiliyoruz (bulduklarımızı da hemen kaybediyoruz Naumoski sonrası ör: Mulaömerovic, Farmar). Son 14 yıldaki şampiyon takımların guardları, Mulaömerovic, Jasikevicius, Papaloukas, Diamantidis, Rubio ve Spanoulis gibi oyuncularken biz Kerem Tunçeri, Ender Arslan ile ya da vasat bir ABD kökenli guard bir yere varmaya çalışıyoruz. (Evet 77 milyon olarak 1 Spanoulis yetiştiremiyoruz – hiç yetiştiremedik.) Bu koşullar altında, Avrupa’nın en iyi koçunu, en iyi oyuncularını bile getirseniz başarı elde edemezsiniz. Çünkü basketbol sistemimiz gelişim üzerinde değil, öğütme üzerine kurulu. Türk takımları bir seviye atlama yerinden ziyade bir değirmen gibi çalışıyor. Bu duruma, altyapıdan oyuncu gelmemesi, milli takımın 3+2 kuralına rağmen berbat turnuvalar geçirmesi, Türkiye’ye gelen hiçbir yabancının kendini geliştirmemesi gibi birçok örnek verilebilir. Yani Euroleague’de başarılı olmak istiyorsak,; 1. Kendi oyuncularımızı yetiştirmeliyiz. Takımınızda en az 2 tane tartışmasız 5 başlayabilecek yerli oyuncu olmalı (biri mümkünse guard). Öyle kontenjan gereği zorunlu olarak oynatılan Türk oyunculardan bahsetmiyorum. Şu an bir saniye durun ve düşünün, NBA’de olmayan hangi Türk oyuncu Euroleague’de üst düzey bir takımda tartışmasız 5 başlar? Evet burası Balkanlar ya da Litvanya değil, oyuncu kolay yetişmiyor ama bunu yapmak zorundayız. 2. Avrupa basketbolunun son 14 yılda geçirdiği evrimi çok iyi çözümlemeliyiz. Organizasyonel ve sportif anlamdaki ilerlemelere seyirci kalarak bir yere varamayız. Efes’i sürekli “Bütçesi var!?! Ama başarısı yok” diye eleştirenler bu seneki FBÜ’nin duruma bakabilir. Her şey bütçe değil. 3. Maçlarda “Hakem!” diye yaygarayı koparmamak için ULEB’e üye olmalıyız. Çünkü Yunan-İspanyol-İtalyan lobisi!?! İle başka türlü mücadele edemeyiz. (ULEB’e üye olmayan bir tek Türkiye kaldı sanırım.) 4. Tüm bunlar için de haliyle “ekol” olmalısınız. Yani Yunanlılar en kötü sezonlarında bile son sekize 2 takım sokabilirken, İspanyolların artık tempolu bir oyun sistemi oluşmuşken bizim ne oynadığımız, Türk basketbolunun “kaos” dışında hangi unsurlardan beslendiği ya da hangi taraflarının güçlü olduğu hala belli değil. Özellikle Yunan ve İspanyol basketbolunun yükseliş süreci - uzun vadeli planlamalar örnek alınabilir. Farkındaysanız "bütçemiz şu kadar olmalı" demiyorum. Evet bunların yolu da basketbola büyük yatırımlar yapmaktan geçer. Ancak “yatırım” derken öncelikle maddi boyutu yani salon yapmayı, transfer bombaları patlatmayı vs. kastetmiyorum. Zihinsel basketbol devrimini kastediyorum. Örneğin; yaptığımız salonları; Erzincanlılar günü, X partisi kongresi, tenis şampiyonası gibi amaçlarla değil öncelikle basketbol için kullanmalıyız. Altyapılarda liyakat çerçevesinde seçim yapmalıyız, sistemi altyapılarda oluşturmalıyız yani A takıma gelmiş oyuncunun artık “fundamental” eksiği olmamalı vs. Tabii ki bunları 20 küsür yıldır aynı kişi tarafından yönetilen federasyondan ya da mevcut kulüp yönetimlerinden bekleyemeyiz. Ama başka bir yol da yok. O yüzden kısa vadede Türk takımı Eurolegue’de başarılı olacaksa bu ya olağanüstü birkaç oyuncu ve koç sayesinde ya da geçen seneki Efes gibi gerçekten sistemli oynayan bir takım ile olacaktır. Uzun vadede ise ya aynı hatalara devam edeceğiz ya da artık bazı şeylerin farkına varıp farklı yöntemler deneyeceğiz. Not: Bakış açımı genişleten yaklaşımları için Önder Sarıkaya'ya teşekkürlerimi sunarım. Selamlar ve basketbol dolu günler..
0 Comments
|
AuthorMuhtelif notlar... Archives
Kasım 2017
Categories |