Merhaba, 4 Eylül'de Slovenya'da başlayacak olan Eurobasket-2013’te D grubunda Yunanistan, Rusya, İtalya, İsveç ve Finlandiya ile ilk 3 mücadelesi vereceğiz. Bazı önemli yıldızların turnuvaya çeşitli nedenlerle katılmaması ve bizim neredeyse tam kadro (Cenk kesinlikle kadroda olmalıydı) katılmamız ve kendimizi her zaman olduğumuzdan büyük görmemiz nedeniyle, Türkiye için yeniden madalya hedefi konuşulmaya başlandı. Ancak ben o kadar iyimser değilim ne yazık ki. Kadro yapımız, turnuvanın Türkiye dışında olması ve turnuva oynama yeteneğimizin olmaması gibi birçok faktör göz önüne alındığında madalya bizim için çok uzak bir hedef konumunda. Kadromuzu ele alırsak, bu “tam kadro”dan beklenebilecekleri netleştirmek gerekli. Pota altı rotasyonumuz oldukça güçlü ve özellikle Ömer Aşık’ın kendisini nasıl geliştirdiğini çok net görebiliyoruz. Yanında skorer Ersan var. Bençte de cesuryürek Gönlüm ve Efes’in birinci pivotu Semih’e ek olarak kalınlığıyla rakibe sorunlar çıkartabilecek Oğuz var. Kısa forvette de net eşleşme sorunu yaratan ve çok yönlü oyunu ile her zaman büyük katkı veren Hidayet ve asist yeteneği olan Emir var. Yani forvetlerimiz ve pivotlarımız oldukça sağlam. Ancak guardlarımız için bu kadar olumlu konuşmak ne yazık ki mümkün değil. PG+SG pozisyonunda 5 oyuncumuz var ve hiçbiri Euroleague’deki elit takımlar için direkt oyuncu seviyesinde değil. Doğuş ve Sinan sadece savunma kimlikleriyle var olan oyuncular. Onan ise şutu olmasına rağmen artık 35 yaşında ve yüksek dakikaları kaldıramayabilir. Serhat’tan da, 25 yaşından sonra kendisini geliştiren ender oyuncularımızdan biri olmasına ve şut tehditi olmasına rağmen, olağanüstü şeyler beklememek lazım. Ceza şutlarını yüzdeli atması bile oldukça olumlu olur. Geriye asıl oyun kurucumuz Ender kalıyor. Ender yaşının da etkisi ile son yıllarda oyununu olgunlaştırdı. Ancak saha görüşü, takımı oynatması gibi etmenler göz önüne alındığında Ender iyi bir ikinci guard olabilir. Bir başka deyişle guard olarak patronluk yapacak oyuncumuz yok. Aslında guard sorunumuz yıllardır sürüyor ve kadroda Tunçeri de olsa farklı cümleler kurmazdım. Çünkü hiçbir Türk guard elit bir Avrupalı kulüp takımında ilk 5 başlayacak nitelikte değil ne yazık ki. (Umarım Kenan Sipahi bu sıkıntımızı çözer.) Avrupa basketbolunun gittikçe daha fazla guard egemenliğine girdiğini düşündükçe, sıkıntılı anlarda yaklaşık 15 yıldır tek taktiğimiz olan, “topu Hidayet’e verelim ne yapacak izleyelim”in ötesine geçmemiz gerekiyor. Bunu zaman zaman Aşık’ın dominantlığıyla aşabiliriz ama takımı yöneten guard sorununu sıkça yaşacağımız kesin. Üstüne 99 Model Tanjevic’in uzun beş ve dakikaları eşit bölme takıntısı da başımıza bela olabilir. Bunun için kısa vadede tek çare çok güçlü bir takım savunmasıdır. Nitekim turnuvada 70 sayıyı bulmamız da oldukça zor olacaktır. (Uzun vadede ise basketbol kültürünü yerleştirmek gerekir.) Son seviyemizi hatırlatmak için hazırlık maçlarına bakabiliriz: Her ne kadar kadromuz sonradan şekillense de Slovenya, Letonya maçlarında çok kötüydük. Eksiklerinden ayrı bir takım daha kurulabilecek olan Sırbistan’a karşı hazırlık maçlarında varlık gösteremedik. Sonuçta Popovic ve Planinic’ten yoksun Hırvatistan ve Polonya galibiyeti dışında büyük bir galibiyet alamadık. (Çek Cumh., ve Belçika galibiyetlerine sevinemeyiz sanırım.) Evet, hazırlık maçlarında erkenden form tutmak gerekli olmasa da guard pozisyonundaki yetenek seviyemiz bize sıkıntılar yaratabilir. Bir diğer unsur da bizim turnuva beceriksizliğimiz. Turnuva oynamak doğru zamanda forma girmeyi gerektirir. İspanya ve Yunanistan gibi kaliteli takımlar bunu çok doğru uyguluyorlar. O yüzden bu takımlar ilk turlarda mağlubiyet alabilir, ancak kazanması gerektiği zaman kazanacaktır. Bizse bunu yapamıyoruz. 2009’da müthiş ilerlerken tek bir Slovenya mağlubiyeti ile bir anda Yunanistan’la eşleşmemizi ve elenmemizi, ardından da 5.lik-6.lık mücadelelerinde nasıl dağıldığımızı ve 8. olduğumuzu hatırlarsınız. Öte yandan 2001 ve 2010’da evimizde oynadığımız turnuvalarda taraftar ve ciddi hakem destekleriyle final oynamamız ve 2006 Japonya’daki dünya 6.lığı dışında turnuvalarda çeyrek final ötesine geçemediğimizi unutmayalım. Japonya'da da çeyrek finalde elenip, şaşırtıcı şekilde elendikten sonra maç kazanmıştırk. Not olarak belirtelim, bu turnuva da Edirne dışında :) Yine de sakatlık ve olimpiyat elemesi olmaması gibi nedenlerle bazı büyük yıldızların yer almayacağı turnuvada (Rakiplerimizden Rusya’da Khryapa, Kaun, Vorontsevich ve Kirilenko; Yunanistan’da Diamantidis, Vasiliadis, Sofo ve Calathes gibi oyuncular turnuvada yer alamayacak.) bu zayıf yanlarımızı güçlü savunmamızla avantaja çevirebilirsek 2. Gruplardan da çıkabiliriz, fakat dediğim gibi bu guard rotasyonu ile bizim için zirve çeyrek finaldir. Ötesi gelirse çok büyük iş başarmış oluruz. Not: Bu kadro sorunları sanırım FIBA'nın da dikkatini çekti ve artık Eurobasket de iki yıl yerine dört yılda bir yapılacak. Son olarak turnuva tahminim: Büyük ihtimal, Finlandiya ve İsveç’i yeneriz. Yunanistan’a karşı şansımız olduğunu düşünmüyorum. Rusya ne kadar eksik olsa da, onları devirmek çok zor. Bir başka deyişle tarihsel olarak belalımız olan İtalya maçı bizim için belirleyici olur. Tabi 2’li 3’lü averaj durumları da oluşabilir. İkinci gruplara kalırsak oradan çıkmamız ise çok daha zor olacaktır. Özetle, iyimser tahminim çeyrek final, kötümser tahmimin ilk turda elenmek. Şunu da eklemek isterim ki, bençte Tanjevic yerine Mahmuti ya da Ataman olsaydı çok daha umutlu olurdum. Umarım yanılırım ve bu yazıyı yanlışlayan yazılar yazmak durumunda kalırım. Şampiyonluk için favorim ise yine İspanya. İkinci adayım ise Yunanistan. 30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun!
3 Comments
Merhaba,
Kapitalizm analizlerinde, kapitalizmin bir yandan zenginlik yaratırken bir yandan da yoksulluk yarattığı söylemine karşı söylem geliştirenlerin en büyük aracı “yoksulluğun eski çağlarda da olduğu ve kapitalizmin tüm insanlığı ileriye taşıdığı” şeklindeki argümandır. Peki gerçekte olan nedir? (Bu hususta Marksist metinlerden alıntı yaparak yazıyı teorik açıdan boğmak istemiyorum, bu nedenle basitçe ve fazlaca uzatmadan açıklamaya çalışacağım. Zira bu konu oldukça geniş tartışmalara açıktır. Olası yorumlara göre tartışma genişletilebilir.) Kapitalizmin kurucu ideolojisi olan liberalizmin özel girişmciliğin önünü açarak, özgürlük! alanlarını genişleterek ulusların refah seviyesinin artmasına yol açtığından bahsedilir. Bu argüman oldukça sağlam bir savunma aracı gibi görünmekle birlikte birkaç açıdan ciddi bir perdeleme görevini de üstlenmektedir. Eski çağlarda insan topluluğunun önemli kesimlerinin refah seviyesinin şimdiye göre düşük olduğu, kapitalizmle en azından bazı kesimlerin zenginleştiği doğrudur. Ancak tam da burada unutulan ya da görmezden gelinen bazı noktalar var: Eski çağlarda örneğin ortaçağda, çiftçilikle uğraşan bir köylünün refah seviyesinin çok yukarılarda olmadığı doğrudur. Ancak o dönemleri incelediğinizde sistemin kendini yeniden üretmesi kapitalizmden oldukça farklı olmuştur. Sıkça kullanılan “yoksulluk” kavramının tarihsel karşılığı aslında "yoksunluk"tur. Orta çağlarda da saray sakinleri oldukça refah içerisinde yaşarken toprağa bağlı olan halkın refah seviyesinin düşük olduğu doğrudur. Fakat kapitalizmdeki gibi uçurumlardan bahsetmek sanırım doğru olmayacaktır. Örneğin, günümüzde herhangi bir bankanın bilanço büyüklüğü birçok devletin milli gelirini geçebilmektedir. Başka bir açıdan bakarsak henüz para sermaye egemenliği kurulmadığı için (her ne kadar ünlü yahudi tüccarlar söz konusu olsa da) bu denli bir ayrışma söz konusu değildir. Yani "yok"luktan doğan yoksunluk söz konusudur. Kapitalist sistemde, karşılaştırmanın ısrarla geçmişe yönelik yapılması da dikkat çekicidir. Bu argümanı öne sürenlerin genel kabulü, artık insanların ciddi teknolojik gelişme ile refah seviyelerinde artış olduğu ve bu gelişmenin, kapitalizmin girişimci ruhunun tüm insanlığa armağanı olduğu şeklindedir. Ancak gözden kaçırılan ya da bilerek değinilmeyen şey, bu gelişimin arkasında aslında işçi sınıfının üretkenlik artışı olduğudur. Pek tabi ki, “ama bunu sağlayan da kapitalizmin itici gücü” şeklinde karşı bir argüman sürülebilir. Buna Schumpeter'in "yaratıcı yıkım" teorisi kapsamında kısmen katılıyorum. Ancak büyük teknik değişmelerin, savaş dönemlerine ya da sermayenin iletişim/ulaşım ihtiyacının arttığı dönemlere gelmesi tesadüf değildir. Herhangi bir kritik buluşu incelediğinizde onun kökeninde askeri ya da sermaye sınıfı ihtiyaçları bağları bulabilirsiniz. Bu unsurlar göz önüne alındığında işçi sınıfı için, geçmişe göre yaşam şartlarının iyileşmesi asla ama asla yeterli olmamalıdır. Burada son olarak sanırım Marx’ın işaret ettiği “geçimlik ücret” kavramından da bahsetmek gerekli. Bu kavramın da içini “bakın artık işçiler sinemaya gidebiliyor vs.” diye boşaltanlara karşı bu kavramın sabit değil göreceli bir kavram olduğunu hatırlatmak lazım gelir. Çünkü geçimlik ücret aslında işçinin kendisini bugünden yarına yine işçi olarak üretecek ücret seviyesidir. Bu bağlamda sınıf asansörü geniş manada yoktur ya da işçi olarak çalışıp üretim araçlarına sahip olmanız mümkün değildir. (bkz:http://youtu.be/rtGpYYyGOkI) Yani "var"lıkla birlikte gelişen "yok"luktan doğan "yoksulluk" söz konusudur. Bir başka deyişle, eskiden yoksunduk artık yoksuluz. Kapitalizmde zenginlik ve yoksulluğun birlikte biriktirildiğini unutmamanız dileğiyle… İyi günler. 13 Ağustos 2013 Not: Lisans öğrenimim sırasında yoksunluk-yoksulluk konularında zihnimi açan ve farklı çerçevelerde düşünmemi sağlayan; Fuat Ercan, Mehmet Türkay ve Ahmet Yılmaz hocalarıma teşekkürlerimi sunarım. Merhaba, bu yazımı daha önceki sitemde yayımlamıştım. Biraz değiştirerek yeniden yayımlıyorum. Sanırım hala güncel sayılır:
Türkiye'de 2000 sonrası rock müziğin yükselişinde Duman - Şebnem Ferah - Athena - Pentagram gibi grupların / solistlerin katkısı yadsınamaz. (Bu listedekilerin hepsini severim.) Buna ek olarak, Türkiye son yıllarda çok alışkın olmadığı şekilde yabancı gruplara da ev sahipliği yapıyor. Bu çerçevede Türkiye'ye sadece konserler için bile gelen ciddi İranlı - Kazakistanlı vb. turist mevcut olduğunu bizzat biliyorum. Ayrıca Rock&Coke türünden festivaller de çok önemli. Buraya kadar her şey güzel :) Ancak bence Türkiye'nin konser listelerine eklenmesi "medeniyet seviyesinden" ziyade "pazar seviyesi" sayesinde oldu. Başka bir ifadeyle eskiden bizi çok sevmeyenler için değişen şey talep cephesi... Bu durumun küresel ve yerel nedenleri var gibi duruyor: Dünya'da müzik endüstrisinde kasetten cd'ye geçiş sürecinde, internet üzerinden paylaşım teknolojisinin de etkisiyle, göreceli olarak satışlarda genel bir düşüşün ve artık geniş bir ulusal pazara sahip oluşun etkisiyle Türkiye'ye son yıllarda dünyaca ünlü yıldızlar - gruplar geldiler ve konserler verdiler. (Bu süreç artarak devam eder umarım.) Hatta bunların arasında Evanescence, The Cranberries, Rammstein, Red Hot Chili Peppers gibi benim de dinlediğim gruplar da geldi. Ancak bu grupların Türkiye'ye gelişlerinde hem yukarıda bahsettiğim pazar faktörü hem de coğrafi etkenler söz konusu. Yani biz Yunanistan ile İsrail arasında köprü görevi görüyoruz. (Geçerken bize de uğruyorlar desem çok mu ağır olur?) Bir unsur daha söz konusu aslında: Bu da 90'larda Metallica, Michael Jackson gibi grupların/sanatçıların bir bakıma siyasi misyon da üstlenmesi. Bkz: Metallica 1991 Moskova Konseri vb. Umarım uluslararası konser turlarında İsrail'e geçen ya da oradan Avrupa'ya açılan yoldaki durak olmaktan daha öteye gideriz. Türkiye'deki bilet fiyatı / ulusal gelir seviyesi oranının Avrupa ülkelerine göre çok yüksek olması da ayrı bir sorun tabi ki. Umarım burayı da aşarız. Neyse... Aslında derdim işin arka planını anlatmak değildi. Derdim herkes geldi - ikinci, üçüncü kez geliyor. Ama Kasabian gelmiyor! :) Kasabian'ı da Türkiye'ye bekliyoruz. Twitter'dan veya ilgili yerlerden baskıya devam :) Son not: Bence Madonna - Rihanna gibi yıldızların konserlerindeki kalabağın %70'i gösteriş için gidiyor. Belki de bu yüzden rock dinleyicisini pop dinleyicisine göre daha samimi buluyorum. Tabi bu %70, müstemleke memleketi vatandaşı ezikliğine hala devam ediyor. Eee ne diyelim. Zenginlik, sömürge mantığını yok etmiyor... İyi günler. 2 Ağustos 2013 |
AuthorMuhtelif notlar... Archives
Kasım 2017
Categories |