Merhaba,
İstanbulluların 11-12 Ekim’de Bakırköy Belediyesinin organizasyonunda, Ataköy’de Yunus Emre Kültür Merkezinde Marksist iki filozof Badiou ve Zizek’in “yeni sol” üzerine fikirlerini dinleme şansı oldu. Benim ikinci gününe katılabildiğim konferansa dair izlenimlerimi anlatmadan önce yaşadığım bir şaşkınlıktan bahsetmek istiyorum: Badiou’nun ve bazı Türk yazarların konuşacağı ilk gün “nasılsa çok kalabalık olmaz” diyerek tam konferansın başlama saatinde – 16.30’da kültür merkezinde gittiğimde, salonun taştığı ve simultane çeviri kulaklıklarının tükendiği gerçeği ile karşılaşınca “sorun değil ayakta da İngilizce dinlerim” diye düşünmüştüm ancak sunumun Fransızca yapılacağını öğrenince geri dönmek durumunda kaldım. Bu noktada dinleyemediğim için üzüldüysem de yoğun katılıma sevindiğimi söyleyebilirim. Bu arada başlangıçta, ikinci gün de konferansa katılacağım için, Yeşilköy’de ikametgah eden, fakülteden oda arkadaşım Erdem’in evinde kalmayı planlamıştım. Ancak Erdem saat o saatlerde Taksim’de olduğu için gün içerisinde önce Göztepe-Ataköy, ardından Ataköy-Taksim, sonra da Taksim-Yeşilköy seferi ile İstanbul trafiğinin en ince tellerine dokunmuş da oldum. :) İkinci gün ise dersimi aldığım için bu sefer saat 15.10 civarında konferans mahaline geldim ve kendini entelektüel olarak adlandırabilecek birçok insana taş çıkartabilecek donanıma sahip arkadaşım Uğur ile konferansı dinleme şansımız oldu. (Bu arada güncel Gezi Parkı hareketine de destek veren ve farklı bir dili olan Zizek sadece ikinci gün konuşacaktı ve özellikle onun söyleyeceklerini merak ediyordum.) Efendim küçük maceramızı bir kenana bırakırsak, ikinci gün konferans aynı konuşmacılarla iki ayrı oturum şeklinde yapıldı ve konferansa dair bence öne çıkan notlar şunlardı: Öncelikle tam anlamıyla bir oturum başkanı olmamasının sıkıntısını özellikle zaman yönetimi konusunda yaşadık. Zizek’in konuyu çok fazla uzatması ve çok da ilgili olmayan alanlara girmesi ile tali konular gereğinden fazla zamanımızı çaldı. Ayrıca Badiou'nun kulaklıklar bittiği için İngilizce konuşturulması da, bir yandan yararlı olurken öte yandan bir Fransız'ın İngilizce'yi ne kadar kötü konuştuğuna dair başka bir örnek oluşturması açısından oldukça sıkıntılıydı. Bu anlamda organizasyonu düzenleyen ekipte yer alan monokl yayınları ve belediye sınıfta kaldı diyebilirim. Fikir ayrılıkları olsa da birçok ortak paydada birleşen Zizek ve Badiou’nun konuşmalarından öne çıkan satırbaşları, bence, günümüz küresel kapitalizmine yönelik 4 farklı (özetle neoliberal – soft (direkt olarak belirtilmese de bir nevi Keynesyen) – ırkçı ve solcu) bakış açısının olduğu, solun kendisini bilimdeki gelişmelere göre (örneğin fizik) yenilemesi gerektiği, Türkiye’deki siyasi hareketlenmenin küresel boyutları olduğu, Türkiye’nin islami kapitalizmin kurucusu olduğu, dünyadaki temel iki çelişkinin modern – geleneksel çelişkisi ile kapitalizmin içsel hareketi ile halk hareketleri arasındaki çelişki olduğu ve sol hareketin iktidarı ele geçirmek yerine kendisine yeni bir siyasi alan yaratması gerektiğiydi. Tüm bu notlara rağmen Zizek ve Badiou’nun, iktisat teorisi yoksunu olmalarına ek olarak Türkiye’yi çalışmadan gelip konferans verdiği çok açıktı. Satır aralarında sıkça “Türkiye’de bu işler nasıl oluyor bilmiyorum ama…” gibi cümleler üzerinden yaptıkları soyut analizlerle bir an sanki Fransa’da yapılan bir konferansa katılmışız hissi yarattılar bende. Çünkü islami kapitalizm ve “mücadeleniz önemli, bunu geliştirin” gibi yüzeysel analizler dışındaki tüm saptamaları ve yorumları küresel düzeyde veya erken kapitalistleşmiş toplumlar için geçerli olsa da geç kapitalistleşmiş Türkiye için bence tam olarak geçerli sayılamaz. Her ne kadar, konferansın konusu küresel yapı üzerinden yeni sola yönelik olsa da örneğin, yine bence “siyasal alan yaratma” pratiği, Türkiye gibi hayat tarzına müdahale ve refah seviyesi gibi kritik sıkıntıları olan ve kimlikler siyaseti üzerinden muhafazakar egemenliğin olduğu ve solun ciddi hastalıklarının olduğu bir toplumda mümkün ve hatta gerekli de değildir. (seviyemiz için bkz: http://youtu.be/h6VHb0NsYcA) Bizim, özellikle kısa vadede, güncel sorunlarımıza yönelik pragmatik çözümlere ihtiyacımız varken Zizek ve Badiou’nun üst perdeden konuşmakta ısrar etmesi (biraz semantik sayılabilir) ve salondan da buna (somut öneri sorunu) tepki gelmemesi bence en önemli sorundu. (“Sen niye soru sormadın hocam?”, diyecek olursanız, elimi kaldırmama rağmen soru hakkı gelmediğini söylemek isterim.) Burada katılımcıların sorgulamak yerine “abi Zizek gelmiş adam karizma vs.” veya “felsefeye giriş 101’den şöyle kelimeler kaldı aklımda, dur ben bi’ onları ortalığa atayım bakalım ne diyecekler”in dışına sadece aşağıda belirttiğim haliyle “boş eleştiri” şeklinde çıkması da önemli bir etkendi. Yani Zizek ve Badiou’nun eksik analizlerini yüzlerine vuramadık. Bu da bizim özgünlüğümüz olsa gerek. Konferansa katılanlar arasında CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da vardı. Haliyle protokol olarak en ön sıraya oturdular. Konferansı dinlemeye gelen bazı genç arkadaşlarımız da kalabalığın da etkisi ile bu durumu protesto ettiler. Buna saygım var ancak görmezden geldikleri kritik bir nokta vardı: Bir siyasi parti lideri iki komünist filozofu dinlemeye gelmişti. Bence bu durum eleştiri yerine alkışı hak ediyordu. Tam da bu noktada Türkiye solunun hastalıklarından biriyle yeniden yüzleşmiş olduk. Boş eleştirilerle, dışlayıcı söylemlerle ve Mustafa Kemal Atatürk ile kavga ederek bir yere varılamayacağını kendini “solcu” olarak gören bazı vatandaşlarımıza hatırlatmak gerekli. Basitçe bu imkanı sağlayanın bir CHP belediyesi olduğunu düşünmek bile yeterli aslında. :) Ama hayır öyle olmadı ve teori yoksunu ve heyecanlı genç arkadaşlarımızın “giydirme” takıntısı çok fazla vakit kaybetmemize neden oldu. Türkiye’ye heterodoks iktisada ucundan kıyısından da olsa bulaşmış önemli bir akademisyen – yazar geldiğinde simultane çeviri için tek alternatif olan Sungur Savran hocamız yine harikaydı ve çok kez panelistlerin ne anlatmak istediğini akıcı Türkçesine ek olarak farklı bakış açılarıyla da açıklamaya çalıştı. Sungur hocaya bazen bir kadın çevirmen yardım etse de kritik noktalarda top hep Sungur hocadaydı. Hatta bir ara panelistlere yönelik Türkçe sorunun İngilizce çevirisini tam anlamayan Badiou’ya soruyu anlatan Zizek’in İngilizcesi sonrası Sungur hocanın başını sağa sola sallaması ve sinirlenip yerinden kalkması da gözlerimizden kaçmadı :) Bana soracak olursanız, Uğur'un yaptığı ve benim de tamamen katıldığım "bu konferans aslında üniversite hocaların katılımıyla forum şeklinde yapılmalıydı." önerisinin ne kadar geçerli olduğunu sanırım anlatabilmişimdir. Ayrıca tam da bu bağlamda, o anda, bence salonda olan en önemli teorisyen ne Zizek ne de Badiou’ydu. Sungur hoca çıkıp konuşsa gerçekten çok daha fazla şey öğrenebilirdik. Çünkü ne küresel anlamda kriz sonrası solun başarısızlığı ne de Türkiye’deki sol hareketin somut sonuçlara ulaşamamasına yönelik bir analiz dinledik. Sungur hoca en azından, fikirlerine katılmasanız bile, olayları iktisadi boyutuyla da ele alacağı için daha faydalı bir sunum yapardı diye iddia ediyorum ve böylece iktisadın önemini de vurgulamış oluyorum. :) Yine de Zizek ve Badiou'nun Türkiye'ye gelip konferans vermesi gayet olumlu bir gelişmedir. Son not olarak, Zizek’in Hegel’den yaptığı “Eski Mısırlıların sırları, kendileri için de bir sırdı.” alıntısını, “Zizek ve Badiou’nun somut olarak ne konuştuğu (özellikle Türkiye adına) kendileri için de bir sırdı.” şeklinde değiştirerek, konferansı sanırım özetleyebilirim. İyi günler, iyi bayramlar. 13 Ekim 2013.
1 Comment
togan
13/10/2013 07:55:51 pm
kendime ek:
Reply
Leave a Reply. |
AuthorMuhtelif notlar... Archives
Kasım 2017
Categories |