Merhaba,
Kapitalizm analizlerinde, kapitalizmin bir yandan zenginlik yaratırken bir yandan da yoksulluk yarattığı söylemine karşı söylem geliştirenlerin en büyük aracı “yoksulluğun eski çağlarda da olduğu ve kapitalizmin tüm insanlığı ileriye taşıdığı” şeklindeki argümandır. Peki gerçekte olan nedir? (Bu hususta Marksist metinlerden alıntı yaparak yazıyı teorik açıdan boğmak istemiyorum, bu nedenle basitçe ve fazlaca uzatmadan açıklamaya çalışacağım. Zira bu konu oldukça geniş tartışmalara açıktır. Olası yorumlara göre tartışma genişletilebilir.) Kapitalizmin kurucu ideolojisi olan liberalizmin özel girişmciliğin önünü açarak, özgürlük! alanlarını genişleterek ulusların refah seviyesinin artmasına yol açtığından bahsedilir. Bu argüman oldukça sağlam bir savunma aracı gibi görünmekle birlikte birkaç açıdan ciddi bir perdeleme görevini de üstlenmektedir. Eski çağlarda insan topluluğunun önemli kesimlerinin refah seviyesinin şimdiye göre düşük olduğu, kapitalizmle en azından bazı kesimlerin zenginleştiği doğrudur. Ancak tam da burada unutulan ya da görmezden gelinen bazı noktalar var: Eski çağlarda örneğin ortaçağda, çiftçilikle uğraşan bir köylünün refah seviyesinin çok yukarılarda olmadığı doğrudur. Ancak o dönemleri incelediğinizde sistemin kendini yeniden üretmesi kapitalizmden oldukça farklı olmuştur. Sıkça kullanılan “yoksulluk” kavramının tarihsel karşılığı aslında "yoksunluk"tur. Orta çağlarda da saray sakinleri oldukça refah içerisinde yaşarken toprağa bağlı olan halkın refah seviyesinin düşük olduğu doğrudur. Fakat kapitalizmdeki gibi uçurumlardan bahsetmek sanırım doğru olmayacaktır. Örneğin, günümüzde herhangi bir bankanın bilanço büyüklüğü birçok devletin milli gelirini geçebilmektedir. Başka bir açıdan bakarsak henüz para sermaye egemenliği kurulmadığı için (her ne kadar ünlü yahudi tüccarlar söz konusu olsa da) bu denli bir ayrışma söz konusu değildir. Yani "yok"luktan doğan yoksunluk söz konusudur. Kapitalist sistemde, karşılaştırmanın ısrarla geçmişe yönelik yapılması da dikkat çekicidir. Bu argümanı öne sürenlerin genel kabulü, artık insanların ciddi teknolojik gelişme ile refah seviyelerinde artış olduğu ve bu gelişmenin, kapitalizmin girişimci ruhunun tüm insanlığa armağanı olduğu şeklindedir. Ancak gözden kaçırılan ya da bilerek değinilmeyen şey, bu gelişimin arkasında aslında işçi sınıfının üretkenlik artışı olduğudur. Pek tabi ki, “ama bunu sağlayan da kapitalizmin itici gücü” şeklinde karşı bir argüman sürülebilir. Buna Schumpeter'in "yaratıcı yıkım" teorisi kapsamında kısmen katılıyorum. Ancak büyük teknik değişmelerin, savaş dönemlerine ya da sermayenin iletişim/ulaşım ihtiyacının arttığı dönemlere gelmesi tesadüf değildir. Herhangi bir kritik buluşu incelediğinizde onun kökeninde askeri ya da sermaye sınıfı ihtiyaçları bağları bulabilirsiniz. Bu unsurlar göz önüne alındığında işçi sınıfı için, geçmişe göre yaşam şartlarının iyileşmesi asla ama asla yeterli olmamalıdır. Burada son olarak sanırım Marx’ın işaret ettiği “geçimlik ücret” kavramından da bahsetmek gerekli. Bu kavramın da içini “bakın artık işçiler sinemaya gidebiliyor vs.” diye boşaltanlara karşı bu kavramın sabit değil göreceli bir kavram olduğunu hatırlatmak lazım gelir. Çünkü geçimlik ücret aslında işçinin kendisini bugünden yarına yine işçi olarak üretecek ücret seviyesidir. Bu bağlamda sınıf asansörü geniş manada yoktur ya da işçi olarak çalışıp üretim araçlarına sahip olmanız mümkün değildir. (bkz:http://youtu.be/rtGpYYyGOkI) Yani "var"lıkla birlikte gelişen "yok"luktan doğan "yoksulluk" söz konusudur. Bir başka deyişle, eskiden yoksunduk artık yoksuluz. Kapitalizmde zenginlik ve yoksulluğun birlikte biriktirildiğini unutmamanız dileğiyle… İyi günler. 13 Ağustos 2013 Not: Lisans öğrenimim sırasında yoksunluk-yoksulluk konularında zihnimi açan ve farklı çerçevelerde düşünmemi sağlayan; Fuat Ercan, Mehmet Türkay ve Ahmet Yılmaz hocalarıma teşekkürlerimi sunarım.
1 Comment
mustafa
21/10/2016 05:26:59 am
Reply
Leave a Reply. |
AuthorMuhtelif notlar... Archives
Kasım 2017
Categories |