Aslında bu yazıyı top-16 başlamadan yazma niyetim vardı ama iş yoğunluğundan vakit bulamadım. Yine de geçen iki haftada fikirlerimde genel olarak bir değişiklik olmadığından çok geç kalmış sayılmam. Bu yazı hem oyuncu hem de sistem bazında sene başından beri yaptığım gözlemlerin uzun bir dışavurumu olacak. Maçları salondan veya TV’den sürekli izlediğim için bazı gözlemlerimi rahatlıkla söyleyebilirim. Bir başka deyişle, uzun süredir siteme yazmamamın da etkisiyle, biraz uzun bir yazı olacağını baştan söyleyeyim.
Bilindiği üzere Efes diğer ekiplerimizle birlikte öteki top-16 grubuna göre daha kolay bir grupta mücadele ediyor. (Diğer grupta, Oly, CSKA, Madrid, Barça, Khimki ve hatta Laboral gibi ilk 4’ü zorlayacak takımlar var.) Efes, geçen sene özellikle TBL final serisinde yaşadığı atletizm ve keskin şutör eksikliğini kağıt üstünde gidererek sezona başladı. Ancak takımın ilk gruplardaki oyunu gösterdi ki, bu takım geçen seneki takıma göre daha iyi bir hücum takımı olsa da o takımın savunmasının çok gerisinde. Bu noktada önce pozisyon bazında takımı ele almak istiyorum: Ön alanda Heurtel ve Granger arasında bir liderlik kavgası var, yan yana oynamaları neredeyse imkansız. Heurtel hücumda Avrupalı gardların belki de en akıcısı ve saha görüşü en iyilerinden biri olmasına rağmen savunmada çok aksıyor. Granger ise savunma ve hücumuyla daha dengeli bir gard olmasına rağmen Heurtel’le verdiği psikolojik savaş takıma da yansıyor ve bazen gerçekten hücumda çözüm üretemiyor. Buna ek olarak bu takımın lideri benim gözümde Heurtel’dir (bu konu taraftarlar arasında ciddi tartışmalı). Nitekim Heurtel Euroleague tüm zamanlarda maç başına asistte lider ve hücumda daha doğru kararlar verip oyunun tıkanmamasını sağlıyor. Tabii ki Diamantidis – Spanoulis – Jasikevicius bile aynı takımda oynayabilirken Heurtel ve Granger’ın bu savaşını kabul etmem mümkün değil. Burası Efes’in birinci zayıf karnı. Halbuki, Teodosic ve De Colo gibi oyunu önden forse edebilecek potansiyelleri var. Doğuş ise ne yazık ki hala tek yönlü bir oyuncu ve geçen seneki sürelerini de kaybetti. Açıkçası benim basketbol anlayışımda da sadece savunma yapan bir oyuncu olamaz. Yine de kritik anlarda yapacağı bir savunma altın değerinde olabiliyor. Şutör gardlarda Diebler belki her maç 20 sayı üretmiyor ama geçen sene Janning’in yapamadığı kritik anlarda şut çıkarma konusunda oldukça başarılı. Ayrıca eline çok az top değse de bunu sorun etmiyor. Takımda görevi – rolü en belli oyuncu Diebler diyebilirim. Birkan’da ise geçen seneye göre şut isabeti ve güveni açısından bir gelişme var ve savunması zaten belli bir seviyenin üstündeydi hep. Fakat ben yine de Birkan’ın “bir crunch time” oyuncusu olmadığını düşünüyorum. Bunun yanında Türk oyuncu havuzumuz ülke olarak dar olduğundan Birkan iyi bir benç oyuncusudur diyebiliriz. Forvetlerde ise Cedi iyi bir yaz turnuvasının ardından sezona iyi başlamasa da son haftalarda oyununu toparladı. Unutulmamalıdır ki, Cedi bu takımın bir numaralı kısa forveti – ilk 5 oyuncusu. Son Daçka maçı ise sezon zirvesiydi – forma girmek için çok iyi bir dönem. Furkan ise son haftalarda çok süre alamıyor olabilir ama onun patlayan oyun yapısı, savunmasını ve fiziğini geliştirirse, ileride ona, Efes’e ve milli takımımıza büyük bir avantaj sağlar. Uzun forvette Saric, iyi niyetiyle savaşıyor, şut sokuyor, ribaund çekiyor olabilir, ama artık Efesliler olarak eminiz ki, Saric’te “basketbol aklı” sorunu var. Belki çok daha iyi olabilir ileride – çok çalışarak. Ama asla Printezis veya Smodis gibi bir uzun forvet olamayacak. Bunun başka bir göstergesi de bize 15 sayı 7 ribaund gibi bir istatistik yaptığı maçlarda bile saç baş yoldurabilecek işler yapabiliyor olması. (Tabii “Avrupa’da kaç tane elit uzun var ki?” diye sorabilirsiniz haklı olarak.) Bu durum Efes’in ikinci zayıf karnı. Brown ise sezon başına göre daha iyi durumda. Özellikle Kuban maçını iyi oynamasına, gard gibi top sürebilmesine rağmen istikrarsız ve bence pota altında yeterince “ısırmıyor”. Ayrıca yüksek posttan şutu olsa da üçlük çizgisinin dışında kendisine fazla güveniyor. Gelelim, Efes’in diğer sorunlu bölgesine – üçüncü zayıf karnına. Pota altında birinci oyuncu Dunston. Dunston’un performansından genel olarak memnun olmayan çok fazla kişi yoktur sanırım o nedenle onu, hakkını teslim ederek, geçiyorum. Savunmasından ve savaşmasından memnunuz. Diğer oyuncumuz ise benzer özellikleri olan ve bence aslında forvet olması gerektiği halde şutu olmadığı için pivot oynayan Tyus. Kesinlikle sezon başından beri istenen seviyede değil. Maccabi’deki gibi savaştığına inanmıyorum. Belki Blatt ve Ivkovic arasındaki farktan kaynaklanıyordur. Üçüncü pivotumuz Ahmet ise ilk Euroleague sezonunda özellikle adımlarında ve pozisyon almada yani savunmada çok aksıyor. Yine de savaşçı yapısıyla uzun vadede faydalı olma olasılığı yüksek. Alçak postta sırtı dönük oynama özelliği olan ve bu üç oyuncunun hepsinden daha fazla hücum potansiyeli olan Krstic ise sakat ve Mart’ta dönecek. Bu nedenle bu sezon için ondan fazla bir şey beklemeyelim. (Tabii Krstic maaşını alıyor.) Bunların yanında atlet olsalar da Efes’in uzunlarının boy sorunu da ortada. Kadro dışında kalan Emircan ve Oğulcan da umarım ileride Euroleague ve milli takım seviyesine gelir. Okben’dense fazla bir beklentim yok açıkçası. Teker teker oyunculara baktığımızda Efes ciddi bir güç olsa da, takım kimyasında, takım savunmasında, düzenlerde ve basketbol aklı konusunda (özellikle pota altında basketbol aklı düşük) ciddi sıkıntılar var. Evet Efes ciddi bir hücum potansiyeli olan takım ve bu sayede maçların içinde kalıyorsa da hedef f4 ise savunma yapmadan bir yerlere varmak pek mümkün değil. Açıkçası sezon başından beri son dakikalarda kaybettiğimiz maçlar ve takımın hiçbir maçta bütünüyle iyi savunma yapamaması Ivkovic’in ikinci sezonuna pek yakışmıyor. Tabii henüz Ocak ayındayız ama bu savunma ile işimiz gerçekten çok zor. Bir de savunmada birkaç oyuncu aksarsa, savunma yapanların da zamanla gevşemesi gibi bir tehlike var. Nihai olarak; ocak ayı itibarıyla takım kimyası yüksek, sezon başında hedeflenen “atletizme dayalı, transition hücumları olan, savunmada blok tehditi yüksek ve birebirde geçilmeyen oyunculardan kurulu” Efes şu an parkede yok. Final-four ise yerli oyuncu katkısının yanında takım savunmasının kritik olduğu süreç demek. Yine de bu hiç gelişmediğimiz anlamına gelmez. Özellikle takımın hücum gücünün yanında Birkan, Cedi ve Dunston aynı anda sahadayken savunma performansımız oldukça iyi. Ama ben bu konuda, ne kadar istesem de, fazla umutlu olamıyorum. Ivkovic, geçen seneki eksiklikleri iyi teşhis edip doğru müdahaleler yapmış olsa da bu sene gerçekten formsuz. 2-3 kritik Euroleague maçını “dedemiz” Ivkovic’in formsuzluğu ile kaybettiğimizi rahatlıkla söyleyebilirim. Takımın maç içerisinde momentum yakalama ve reaksiyon gösterme konusunda ciddi sıkıntıları var. Bir Ivkovic takımının savunmada çok kötü olması ise anlaşılır bir şey değil, hele ki ikinci senesinde. Tabii tüm bunlar f4 seviyesi için geçerli. Yoksa Efes bütünüyle kötü bir takım değil ve 2007 sonrası istikrarsızlık dönemindeki gibi de değil. Tüm bunlara rağmen Ivkovic gibi bir koçtan ümit kesilmez diyebilirim. Ayrıca Ivkovic’in Obradovic ve Ataman gibi “yarışmacı” özelliği önde olan koçlardan farklı bir “oyuncu yetiştirici” koç olduğunu da unutmamak gerek. Bunu, geçen sene Efes’in Türk oyunculara en çok süre veren takım olmasından, bu durumun bu sene de sürmesinden ve Türk oyuncuların bireysel gelişiminden anlayabiliriz. Bu nedenle, sonuçlara bazen üzülsem de Ivkovic’in oyuncu kazanma hamleleri ve kulübün yapısına ilişkin içsel - profesyonel değişimlerini (hepsini görmesek de tahmin edebiliyoruz) mutlulukla karşılıyorum. Bu noktada yine örnek olarak; Ivkovic’in düşük bütçeli birçok takımla çalışıp onları bir yere getirdiğini, 2000’lerin başında CSKA’da devrimi yapanın Messina değil Ivkovic olduğunu Rusların da kabul ettiğini ve koçun Efes’in taraftar sorununa daha önce hiç görmediğimiz kadar eğildiğini verebilirim. Bu konuda bkz: Yüksek Yere Uçan Adam. Tahmin yapmak gerekirse; grupta Fenerbahçe’nin birinci olacağını, Efes’in de ilk dörde kalıp play-off oynayacağını düşünüyorum. Arkadaşlarım erken tahminler konusunda beni biraz eleştirse de fikirlerim yaklaşık bir aydır aynı. Daçka’nınsa bu dağınık yapısıyla bir yere varması çok zor. (Diğer ekiplerimizin durumu ayrı birer yazı konusu. Özellikle Oktay hoca gibi bir düzen koçunun 20 oyunculu saçma bir yapıda bocalaması vs.) Bu bağlamda, geçen hafta Kuban maçının, iyi bir A planına ve iyi bir oyuna rağmen Granger’ın “egosu” ve koçun özellikle dördüncü çeyrekteki hamlelerindeki sıkıntılarla, kaybedilmesi grup ikinciliği ve dolayısıyla play-off’ta saha avantajı konusunda ciddi sıkıntı yaratabilir yakın gelecekte. Evet Efes bu gruptan ilk ikide çıkıp saha avantajını ele alamazsa f4’e kalmak için mucize gerek. (Gerçi “dede” varsa mucizeler olabilir diyebiliriz.) Çünkü öbür gruptan gelecek olan herhangi bir takıma karşı deplasmanda maç kazanmak hiç kolay olmayacak. Öte yandan geçen sene, içeride oynanan Fenerbahçe maçı grubun kırılma maçıydı bizim için. Yönetimin “büyük başarısıyla” iç sahada deplasmandaymış gibi oynayan Efes’te özellikle Cedi gibi genç oyuncular çok etkilenmiş ve maçı kaybetmiştik. Geçen seneki istatistiklere bakarsanız o maç; Fenerbahçe’nin yükselişe, Efes’in de düşüşe geçiş maçı oldu. Bu sene de bu durum geçerli. Eğer iç sahada Fenerbahçe’yi yenersek grubu ilk ikide bitirebileceğimizi erkenden ilan edebilirim. Ama yönetim yine küfür eden, meşale yakan, salonda sigara içen, Efes taraftarını tehdit eden, basketboldan anlamayan, Ülker Arena’ya bile doğru düzgün giremeyen “vandal” Fenerlileri maça alıp Ivkovic’i baltalarsa işimiz çok zor. (Özerhun’u bu ve benzeri nedenlerle gönderenin Ivkovic olduğunu düşünüyorum.) Sonuç olarak, diğer grup ölüm grubu olduğundan, bu gruptan saha avantajını alarak veya almayarak çıkmak Efes’in bu seneki kaderini belirleyecek. Türkiye Ligi ise Efesliler için fazla bir şey ifade etmiyor. Olası yerel lig başarısızlığına fazla üzülmeyiz. Bir başka ifadeyle, bu takımın bu seneki karnesi Euroleague sonuçları olacak. Son olarak dört not düşmek istiyorum. Birincisi, “bütçesi şu kadar” diye Efes’e saldırmayı bırakmalı basketbolseverler. Bilmem farkında mısınız ama son iki sezonda Fenerbahçe’nin bütçesi Efes’ten epey fazla. Ayrıca Anadolu Grubu, Ülker gibi “torpilli” bir sermaye grubu değil. İkincisi, başlığa bilinçli olarak “Efes Pilsen” yazdım, zira bizim için bu takımın adı Efes Pilsen’dir. Üçüncü notum, "Biz Efes'in final-four'a kalma olasılığını sevdik!" :) Son not olarak, TBF’nin “fans against violence” – “tribüne renk kat” adlı bir projesi var ve hedef sporda (basketbol temelinde) şiddetin azaltılması. Takip etmenizi tavsiye ederim: https://www.facebook.com/tribunerenkkat - https://twitter.com/TribuneRenkKat
0 Comments
Leave a Reply. |
AuthorMuhtelif notlar... Archives
Kasım 2017
Categories |